Prof. Azmi Yüksel

Prof. Azmi Yüksel Hocam ile Söyleşi

Azmi Hoca ropörtaj

Söyleşi: Mehmet Hakkı Suçin

Ilık bir Nisan sabahıydı. Yıl 2009. Zamansız bir ayrılığın kederinden uzak. İçimde bir öğrenci telaşı. Kolay değil yılların özenle bilgeleştirdiği, yüreğindeki katıksız insan sevgisiyle gittikçe güzelleştirdiği; olgunluğun, sevecenliğin, mütevazılığın ve bilgeliğin güler yüzlü temsilcisi kıymetli hocamız Prof. Dr. Azmi Yüksel ile “onlinearabic” adlı sitede yayınlanmak üzere bir röportaj gerçekleştirecektim.

Ceketimi düğmeledim ve yavaşça kapısını tıklattım. Her zamanki sakin, yatıştıran sesiyle “girin” dedi. Geniş, koyu kahverengi ceviz masasının üstüne eğilmiş Arap edebiyatı tarihiyle ilgili bir kitabın sayfalarını çeviriyordu. Üzerinde kahverengi çizgiler olan lacivert bir ceket giymişti. Baklava dilimi desenli tatlı kahve kravatı ve açık krem renkteki gömleği ile her zamanki gibi şık ve özenliydi. Hayli kırlaşmış olan ve arkaya doğru taradığı saçları olgun ve bilge bir hava veriyordu mütebessim yüzüne.

Beni görünce gülümsedi. “Gel bakalım Suçin” dedi. “Yapalım şu röportajı. Yalnız dikkat et, çok zor olmasın sorular.” Gülümsedim. “Sizin için zor soru olabilir mi ki hocam!” dedim. Her zamanki mütevazı, sevecen gülümsemesiyle karşılık verdi. Kalemimi ve kâğıtlarımı hazırlayıp ilk soruyu sordum.

Değerli Hocam, Arap dili ve edebiyatı ile ilgili kariyerinize nasıl başladınız?

Düzce İmam-Hatip Lisesi’nde öğretmenlik yaparken Milli Eğitim Bakanlığının çeşitli alanlarda yurtdışında öğrenim yaptırmak üzere açmış olduğu sınava katılarak Arap Dili ve Edebiyatı branşını seçtim. Ankara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesinde yapılan bu sınavda başarılı olduktan sonra, branşımın Arap Dili ve Edebiyatı olması nedeniyle 1 yıl Arapçamı geliştirmek üzere Lübnan’a gönderildim ve Lübnan Üniversitesi’nde yabancı öğrencilere açılan Arapça kurslarına devam ettim. Bunun yanında Kız Öğretmen Okulu, Beyrut Amerikan Üniversitesi ve Lübnan Üniversitesi’ndeki Arap Dili ve edebiyatı derslerine de dinleyici olarak katıldım. Bu süreçte edindiğim birikim ve gelişme yönümü belirlemiş oldu.

Doktoranızı Arap dili ve edebiyatı alanında İngiltere’de yaptığınızı biliyoruz. Batıdaki Arap dili ve edebiyatı çalışmalarını nasıl buluyorsunuz? Türkiye’deki çalışmalarla karşılaştırabilir misiniz?

Bilindiği gibi o yıllarda İngiltere’deki Arapça bölümlerinin sayısı bizdekinden fazlaydı. Bu alandaki çalışmalar bizim ülkemizden çok daha önce başlamıştı. İngiltere’deki Arapça bölümleri bizdekilerle kıyaslanacak olursa pek çok farklılık olduğu görülür. Her şeyden önce bu alanda yapılan akademik çalışmalar açısından çok çeşitlilik göstermektedir. Mesela doktoramı yaptığım School of Oriental Studies’in Arapça bölümünde sadece Arap dili ve edebiyatı alanında değil Arap ve İslam kültürü kapsamına giren geniş bir alanda da çalışmalar yapılabilmekteydi. Belki bizde bu alanda yapılan akademik çalışmaların kapsamını ve çeşitliliğini arttırmalıyız. Örneğin Arap dili ve edebiyatı veya eğitimi anabilim dallarındaki öğretim elemanları Arap kültürünün çeşitli dallarında araştırmalar yapabilmelidir. Ne yazık ki akademik yükseltilme kriterleri bu yönde yapılabilecek çalışmaları engellemektedir. Hâlbuki bu bölümlerde yapılacak çalışmalar dışişleri mensuplarına kılavuzluk yapması bakımından da oldukça önemli olacaktır.

Bilindiği gibi Batı’daki tanınmış doğubilimciler bu önemli noktaları her zaman göz önünde bulundurmuşlar, Arap-İslam toplumunu her yönüyle anlamaya çalışmışlardır. Zaten çeşitli alanlardaki elyazması temel kaynakların önemli bir kısmını tahkik ederek yayımlayan, bir kısmını kendi dillerine çeviren ve tahkik yöntemlerini bizlere öğreten de Batılı doğubilimciler olmuştur. Nallino, Goldziher, Lane, Gibb ve benzeri doğubilimcilerin İslam kültürünün Batı’da tanıtılmasında büyük katkıları olmuştur. İslam Ansiklopedisi’ni ilk neşredenler doğubilimcilerdir. Her ne kadar doğubilimcilerin bazıları İslam’a bakış açıları bakımından eleştirilmiş olsa da, bizlerin olaylara eleştirel yönden bakmamızı sağlamaları anlamında katkıları yadsınamaz.

Lisans düzeyindeki öğretime gelince Batı’daki Arapça öğretimi önemli mesafeler kat etmiştir. Ders araç ve gereçleri çoğu zaman onlar tarafından geliştirilmiştir. Tabii bunları yaparken yanlarına Arap bilim adamlarını da almışlardır. Lisans eğitimi çoğu kez 3 yıldır. Fakat Arapça öğrencilerini en az bir sömestri olmak üzere Arap ülkelerinde anlaştıkları eğitim kurumlarına göndermektedirler. Tabii burada öğrenci sayısının az olması onlar için bir avantaj olmaktadır. Bunun yanında lisans programlarında bizde olduğu gibi branş dışı zorunlu dersler de bulunmamaktadır. Bizim öğrencilerimiz için Araplarla aynı dine mensup olmamız, birlikte yaşamamız dolayısıyla zamanla oluşan kültürel bağlar Arapçaya olan kulak dolgunluğu, Türkçede Arapça kökenli kelimelerin çokluğu gibi nedenlerle Arapçayı telaffuzda fazla zorluk çekmemeleri bir avantaj olarak gözükmektedir. Ancak tüm bu avantajlara ve lisans eğitimi süremizin çok daha uzun olmasına rağmen henüz onların lisans öğrencilerinin seviyelerini tutturmamız mümkün olamamaktadır. Mesela bizim Anabilim dalımızda 1 yıl hazırlık sınıfı da bulunmaktadır. Fakat sonraki yıllarda Arapça derslerinin yüzdesi gittikçe azalmaktadır. Eğitim Fakültesi olmamız nedeniyle YÖK tarafından belirlenen ders programımız, eğitim alanındaki Türkçe derslerle yüklüdür. Bunun yanı sıra anabilim dalına gelen öğrencilere son yıllarda öğretmenlik hakkının da verilmesi nedeniyle öğrenci sayısı artmış olmakla birlikte halen istenen seviyede değildir.

Yurtdışı öğreniminiz sırasında yaşadığınız ilginç bir-iki anınızı bizimle paylaşmak ister misiniz?

Lübnan’da Arapça kursuna devam ederken benden sonra Lübnan’a gelen bir arkadaş tek başına denize gidip uzun süre güneşlenince omuzları su toplayıp yara olmuştu. Dolayısıyla kursa bir süre gelememişti. O arkadaşın niçin gelmediğini soran Dr. Reşad Dergavs’a durumu anlattığımda eczaneye gidip gülsuyu almamızı önerdi. “Gülsuyu sürerseniz yara çabuk kurur” dedi. Arkadaşla beraber eczaneye gittik. Arkadaş eczacıya Arapça olarak gülsuyu istediğini söyledi. Ancak eczacı bir türlü ne demek istediğini anlamıyor ya da anlamıyormuş gibi gözüküyordu. Sebebiyse ماء الورد (mâu’l-ward) derken Arapçadaki “vav” harfini bizdeki “v” gibi telaffuz ediyordu. Ben durumu anlamıştım ama arkadaş benden büyük olduğu için düzeltme cesaretini kendimde bulamıyordum. Sonunda eczacı arkadaşıma “söylediğini yaz bakalım” dedi. O da yazınca “haa, sen ma’u-lward istiyorsun!” diyerek oradaki “vav”ı Arapça sesletim şekliyle söyleyip onu uyardı. Bu da başka bir dilde kendini doğru ifade edebilmek için telaffuzun önemini bize göstermesi bakımında anlamlıdır.

Bir diğer ilginç anımı Durham’da yaşadım. Doktora tez danışmanım Dr. Austin gençliğinde Müslüman olmuş bir İngiliz’di. Bir Ramazan günü günbatımından önce kendisine bir şey sormak üzere kapısını çalıp içeri girdiğimde onu piposunu tüttürürken gördüm. Kendisinin Müslüman olduğunu bildiğim için biraz yakınlık hissederek biraz da çekinerek “Dr. Austin, sizi oruçlu biliyordum” dedim. Bunun üzerine “Evet oruçluydum, ama iftar ettim, pipomu yaktım” dedi. Ben de “henüz güneş batmadı, nasıl iftar ettiniz?” deyince, “burada imsak ile iftar arası 20 saattir. 24 saatlik bir günde 20 saat oruç tutulur mu? Ben ortalamasını aldım ve orucumu açtım,” dedi. Bunu çok büyük bir rahatlık ve samimiyetle söyledi. Biz Müslüman öğrenciler ise orada tam 20 saat oruç tuttuk. Her ne kadar kendisine hak vermiş olsam da onun içtihadına bir türlü uyamadım. Bu da Müslüman olmuş olsa bile Batılı bir akademisyenin olaylara nasıl yaklaştığını göstermesi bakımdan bence önemli bir göstergedir.

Şu anda üniversitelerde öğretim üyeliği yapan onlarca öğrenci yetiştirdiniz. Yüksek lisans ve doktora düzeyinde çok sayıda tez yönettiniz. Türkiye’de Arap dili veya ilahiyat araştırmalarını tatmin edici buluyor musunuz?

1979’dan bu yana lisansüstü düzeyinde çok öğrencim oldu. Bunlarla zaman zaman karşılaşıyorum. Bir kısmı hiç beklemediğim yerlerde karşıma çıkıyor. Çeşitli şirketlerde çalışanlar, yurtdışında elçiliklerde görevli olanlar, yurt içinde çeşitli kurumlarda çalışanlar var. Bazen de karşılaşıp birbirimizin ismini söylediğimiz zaman hatırladıklarımız oluyor.

Bilindiği gibi ben 1979 yılında DTCF’de (Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi) göreve başladım. O zamanlar hem DTCF’de hem de diğer Arap dili ve edebiyatı bölümlerinde lisans ve lisansüstü programlarda klasik Arap edebiyatı ön plandaydı. Öğrenciler bazı ders kitapları dışında modern Arapçayla karşılaşmıyorlardı. Metin Okuma derslerinde ilk defa modern Arapçadan metinler işlemeye başladığımda öğrencilerin çok hoşuna gitmişti. Daha sonraları yavaş yavaş modern Arapça ağırlık kazanmaya başladı. Özellikle Gazi Eğitim Fakültesinde öğretmenlik bölümü olduğu için günümüz Arapçası hep ön planda oldu. Ben 1988 yılında Gazi Eğitim Fakültesine geldikten sonra Yabancı Diller Eğitimi Bölümüne 1 yıl Hazırlık sınıfı ekledik. Her dört dilde de (İngilizce, Fransızca, Almanca ve Arapça) bunun yararlı olduğunu gördük.

Bölümümüzdeki lisansüstü çalışmaları, eğitim fakültesi olmamız nedeniyle daha çok dil öğretimi, dilbilim, anlambilim, çeviribilim gibi konularda olmaktadır. Bu da zaten gerekli görülmektedir. Çünkü Arapça öğretimi ile ilgili çalışmalar burada başlamış ve yine burada devam etmektedir. Dolayısıyla klasik Arap edebiyatı konusunda lisansüstü çalışmalar daha çok diğer Arap dili ve edebiyatı bölümlerinde yürütülmektedir.

Lisansüstü çalışmalarda bütün Arap dili bölümlerini göz önüne aldığımızda daha çok edebiyat ağırlıklı olduğunu görüyoruz. Modern Arap edebiyatının Türkiye’de tanıtılması bakımından son zamanlarda önemli çalışmalar yapılmıştır. Ancak bu çalışmalar henüz çok tatmin edici durumda değildir. Ama bu konuda bölümde altyapısı sağlam, profesörlük seviyesine yükselmiş, diğer dördü de benim iftihar ettiğim öğrenciler olmak üzere genç, dinamik değerli bilim adamları mevcuttur. Onların yönettiği ve yöneteceği lisansüstü tezler daha araştırmaya yönelik ve bilimsellik ölçütlerini uygulayan çalışmalar olacaktır.

İlahiyat araştırmalarına gelince bu konuda söyleyeceğim fazlaca bir şey bulunmamaktadır. Ancak ilahiyat alanında son zamanlarda yetişmiş genç, yeterli ve yetenekli bilim adamlarının bulunduklarını biliyorum; ancak çalışmalarını her zaman takip edemiyorum.

Genel anlamda akademik bilinç konusunda bir şeyler söylemek ister misiniz? Bir bilimsel araştırmayı ‘bilimsel’ yapan nedir?

Akademik bilince çok önem veriyorum ve genç araştırmacıları akademik bilinç sahibi olmaları için her zaman uyarıyor ve teşvik ediyorum. Bilimsel araştırmayı önemsiyorum. Özellikle bu Arapça ve ilahiyat konularında olduğu zaman daha da önem kazanıyor. Bilimsel düşüncede önyargılara ve tabulara yer yoktur. Bilimsel çalışma yapan bir kimsenin bunlardan arınmış olması gerekir. Çoğu sıradan insan Arapçanın kutsal bir dil olduğuna inanır. Dolayısıyla Arapça ile yazılmış her şeye de ayrıcalıklı bakar. Hâlbuki Arapça da diğer diller gibi bir dildir. Bunu öğrencilerime sürekli anlatıyorum.

Bilimsel bir çalışma yapabilmek için az önce değindiğim şeylerin yanı sıra bilimsel merakın da önemli olduğuna inanıyorum. Araştırmacı her şeyden önce bir sorunsal olarak gördüğü problemin üzerine gitmelidir. Tabii bunun üzerine giderken nasıl ve niçin böyle bir araştırmayı yapması gerektiğini kavraması gerekmektedir. Akademik bir “unvan” almak için ya da yazmış olmak için yazmak bence anlamsız bir çabadır ve bilime de hiçbir katkısı yoktur. Dolayısıyla bilime katkıda bulunabilecek bir araştırmacının bu yönleri dikkate alması lazım. Az ve öz olmalı, yaptığı çalışma her şeyden önce kendisini tatmin etmelidir.

Bazı ilahiyat öğrencilerinin lisansüstü tez jürilerinde bulundum. Bu tezlerin önemli bir kısmı orijinal ve bilimsel diyebileceğimiz ölçütlerden uzaktı. Bunun altında yatan sebeplerin başlıcaları da inançlarından gelen birtakım önyargılarıydı. Bu endişelerin yersizliğini ve bilimsel çalışmanın tarafsız olması gerektiğini her zaman kendilerine izah ettim ve tezlerini tekrar gözden geçirmelerini istedim.

Çalışmalarınızın büyük bir kısmının edebiyat ağırlıklı olduğunu biliyoruz. Çağdaş Arap edebiyatı Türkiye’de ne ölçüde tanınıyor?

Çağdaş Arap edebiyatı ülkemizde ve genellikle de Batıda Necip Mahfuz’un 1988 yılında Nobel Edebiyat Ödülünü alması sonucunda akademik çevreler dışındaki insanların da dikkatini çekti. Gerçi Necip Mahfuz’un “Midak Sokağı” adlı romanı daha önceden İngilizceden Türkçeye çevrilmiş ve yayınlanmıştı. Ama baskısı kalmadığı için çoğu kimsenin haberi yoktu. Bu ödülden sonra Arap edebiyatında özellikle roman başta olmak üzere kısa hikâye ve şiir örnekleri dilimize çevrilmeye başlandı. Çevirilerin bir kısmı Arap dili ve edebiyatındaki uzman kişiler tarafından yapıldı. Mesela Prof. Dr. Rahmi Er, Necip Mahfuz’un “Hırsız ve Köpekler”i, Prof. Dr. Bedrettin Aytaç ise “Hânu’l-Halili’de” adlı romanını çevirdi. Ayrıca Prof. Dr. Rahmi Er “Modern Mısır Romanı” adlı eseri yazdı. Bu da Arap romanını Türkçede ilk defa işleyen önemli bir çalışma oldu. Konuya ilgi duyanların okuması gereken bir kaynaktır. Daha sonraları Mahfuz’dan başka çeviriler de yapıldı. Kültür Bakanlığı yine Rahmi Hoca’nın “Çağdaş Arap Edebiyatı Seçkisi”ni yayınladı. Necip Mahfuz’un “Başkanın Öldürüldüğü Gün” ve benzeri birçok romanı da çevrildi. Cubran Halil Cubran’dan Prof. Dr. Kenan Demirayak çeviriler yaptı. Kısa hikâye ve şiir seçkileri yayınlandı.

Mısırlı yazarlar dışında yakın zamanda yitirdiğimiz Tayyip Salih’in Fransızcadan Özdemir İnce tarafından çevirisi yapılan “Kuzeye Göç Mevsimi” yayınlandı. Bu roman şimdiden Arap edebiyatı klasikleri içine girmiş bir romandır. Fransızcadan çevrilmesine rağmen Özdemir İnce maharetini göstermiştir. Gün geçtikçe bazı edebiyat dergileri Arap edebiyatından seçkiler yayınlamakta, çeviriler artmaktadır. Modern Arap edebiyatının şiir, nesir ve tiyatroda izlediği seyir bizim edebiyatımızın izlediği seyre paralel gitmektedir. Hatta bazı Arap yazarları Türkçe bildiklerinden bizim yazarlardan etkilenmişlerdir. Batı’dan gelen ve onların etkisiyle başlayan bu edebî türler başlangıç olarak da hemen hemen aynı zamana rastlamaktadır. Mesela Batıda yapılan ilk çeviri ve adaptasyon dönemleri bizdekiyle aynı döneme rastlamaktadır. Tabii Arap dünyası geniş bir coğrafyadır. Bu ilkeler arasında edebiyat alanında öne çıkanlar Mısır, Suriye ve Lübnan’dır. Özellikle Mısır bunun öncülüğünü yapmaktadır.

Karşılaştırmalı edebiyat açısından henüz tatmin edici bir seviyede değiliz. Arap edebiyatından çeviriler çoğaldıkça edebiyatçılar eminim bu yöne de ağırlık verecektir.

“Onlinearabic” ziyaretçilerine bir mesajınız var mı?

“Onlinearabic” sitesini kullanan ziyaretçilerin çokluğu, Arapçaya ve Arap edebiyatına ilginin gün geçtikçe arttığını göstermektedir. Arapça öğrenmek isteyenler için imkânlar artmış durumdadır. Neredeyse büyükşehirlerin hepsinde devam edebilecekleri kurslar mevcuttur. Televizyonlardan ve bilgisayardan Arapça dinlemek ve öğrenmek imkânları da geniştir. Ziyaretçilerin çok oluşu bizi de sevindirmektedir. Kendilerine başarılar diliyorum.

Hocam çok teşekkür ederim.


Prof. Dr. Azmi Yüksel’in biyografisi ve çalışmaları için hazırladığımız sayfayı tıklayınız

1 reply »

Bir Cevap Yazın