Kitap tanıtım

Adonis: Şam Yasemini

Elçin Sevgi Suçin

Usulca kaldırdım bana bir hediye gibi sunulan kitabın kapağını. Açık kalmış pencereden içeri süzülen ürkek bir serçe gibiydim. Yüreğim ağzımda. Gözlerim her an bir yerlerden çıkıverecek sürprizlerin hazırlığında.

Turkuaz kıvrımlarda oynaşan kelimeler. Ve bir ağaç gövdesinden sarkan göz. Haritaya ağmış şehvet. Hepsi usul usul indiler sahneye.

Biraz çekinerek, zamanın tozunu kaldırmadan, kırılgan bir gülü koklar gibi sessiz sedasız dâhil oldum Adonis’in dünyasına.

Böyle oldu –
Bıçaklar yağıyor gökten
Beden öne doğru koşuyor, ruh sürükleniyor ardından.
 
Böyle oldu –
Kafatasının içinde işleyen demircilerin çekiçleri /
Bir dilsizlik ve türlerin yok oluşu, –
Yazmak ideolojik bir asit
Kitaplar ise ıhlamurgiller.

Bu dizelerle, gümbür gümbür karşıladı Adonis beni! Durmak ne mümkün. Oyalanmak ne mümkün harflerde birer birer. Koştum peşinden ben de. Bedenim önde, ruhumu sürükleyerek eski bir dünya gibi ardımdan.

Adonis! Gerçek adıyla Ali Ahmed Said. Klasik ve modern Arap şiirinin naif prensi. Kassabin’in yıldızlarının peşinden giden meraklı çocuk, çok erken aralar şiire açılan o büyülü kapıyı. Daha çocukken, bir yandan tarlada babasına yardım ederken bir yandan da babasının, klasik Arap şiirinden okuduğu dizeleri ezberler.

Henüz 14 yaşındadır, Suriye’nin bağımsızlık kutlamalarının yapıldığı 1944 yılında Lazkiye’de Şukri el-Kuvvetli’nin önünde yazdığı şiirini okuduğunda. Şiirini o kadar beğenir ki el-Kuvvetli, dileğini sorar. “Okumak” der, diline kelimelerin tozu bulaşmış genç Adonis ve kendisine sağlanan burs ile Şam’da eğitimine devam eder.  Şam Ünivesitesi Edebiyat ve Felsefe Bölümünden dereceyle mezun olur ve Beyrut Saint Joseph Üniversitesi’nden de doktorasını alır.

1955 – 1956 yılları arasında askerlik görevini yaparken Suriye Ulusal Sosyalist Partisi’ne üye olduğu için tutuklanır. 1956’da hapisten çıkar ve genç eşi Halide Said ile Beyrut’a yerleşerek Lübnan vatandaşlığı alır.

Bu dönemde Lübnanlı Yusuf el-Hâl ile “Şiir” dergisini çıkarırlar. Dergi, Arap edebi çevrelerinde büyük yankı yapar. Aynı dönemde kendi şiir çalışmalarını da yayımlamaya başlar. Bu yıllarda Baudelaire ve Rilke’yi okur. Bu okumalar onun geleneksel Arap şiirini, dünya şiiriyle buluşturma çabasına hız kazandırır. Bu anlamda gerçekleştirdiği çalışmalar kendi tarzının da kapılarını açar.

Şiirin, özgürlüğün ve arayışın açtığı yolda yorulmadan koşan Adonis 1966’da Paris’e yerleşir ve Seine’nin sularından seyretmeye başlar dünyayı. Paris’in şiir kokan havası; eli, kolu, organlarıyla yaşayan sokakları; hürriyete açan çiçekleri Onu derinden etkiler. Doğu ile Batı, birbirine hiç benzemeyen bu siyam ikizleri; bambaşka bir boyut ekler şiirlerine. Ve yeni bir kavga başlar Adonis’in şiir kokan yüreğinde. Doğu ile Batı’yı birleştirmek! Bu mümkün müdür? Her gün yeni bir ölümle acısını tazelen kırılgan halkı ve güneşi görmemek için gözlerini sımsıkı kapatan yöneticileriyle ayak sürüyen doğuyu, birleştirmek mümkün müdür sahiden batıyla? Bu derin özleme ve imkânsızlığa şu dizeleriyle vurgu yapar Adonis:

Nasıl uzlaştırayım öyleyse, Paris’in külüyle
kan damlayan güneşimizi? Nasıl yakıştırayım
ortak Akdeniz’imizin iki kıyısını
abesin imparatorlarına çarpıp
anlamın iktidarını devirirken?
Nasıl bir araya getireyim Eyfel Kulesi’yle Mısır Dikilitaşı’nı
Concorde Meydanı’nda?

Kendisi Paris’tedir ama aklı Suriye’de, Lübnan’da, Mısır’da; kısacası doğduğu topraklardadır Adonis’in. Ne Aslan Yürekli Richard ve XIV. Louis’yle ne de Napolyon ile görüşmek yeter, doğunun sihirli çamuruyla karılmış yüreğine. Paris’in sisli caddelerinde alabildiğine özgürdür. Alabildiğine gür çıkmaktadır artık sesi şiirlerinde. Fakat geçmişini ve doğduğu toprakları da bir siyam ikizi gibi sürüklemeye devam etmektedir peşinde. Bu durumu şu dizeleri ile paylaşır bizimle:

Hesapta yoktu görüşmem Aslan Yürekli Richard’la, XIV. Louis’yle,
hatta Napolyon’la. İşte böyle özgür buldum kendimi
Düşlemeye mecburdum Kassâbîn’in yıldızlarını, onları kendime
kılavuz yapmaya

Adonis! Paris’in gönülsüz iç güveysi. Bir mıh gibi tutar aklında Mısır’ın Dikilitaşı’nı ve aşağıdaki dizeleri hançer gibi saplar yüreğimize:

Yemin ederim ki soğuktur Eyfel ve yarı ölü
Yemin ederim ki en güzel sevgilidir Dikilitaş
Boyu gerçek elif.

Öyle ki sökmek isteriz ruhsuz Eyfel Kulesi’ni ve Şam yaseminleri ekmek isteriz yerine. Doğu’nun o dişil, o doğurgan, o besleyici memeleri olmadan eksik ve güvensiz hissederiz biz de kendimizi hâlâ Marie Antoinette’nin hayaletinin dolaştığı Concorde Meydanı ve Şanzelize Caddesi’nde.

Şam, Beyrut, Paris derken bir türlü yerleşemez Adonis dünyaya. Kendini külliyen bir vatana ait hissedememenin derin sızısını taşır naif yüreğinde ve dize dize yeni bir yurt inşasına koyulur:

“Hayır, yurdum yok benim
 Şiirin gölünde buharlaşan şu bulutlardan başka
Barınağım ol, korunağım ol ey Dad – dilim, evim

Durmadan göç eden ruhu yorgundur artık ve hakiki vatanı bildiği şiirde yerleşmek istemektedir. Fakat ideolojik bir asittir yazmak, durmaksızın ruhun çeperlerini eriten. Ve dil, Onun ruhunun içindekileri göstermeye yetmeyen paslı bir ayna! İçimizi paralayan bir feryatla dövünür Paris’in ortasında:

Nerede saklayacağım henüz
ölmemiş bayramlarımı?
Nasıl özgürleştireyim dilin kafeslerinde
feryat eden kanatlarımı? Nasıl mesken
edineyim belleğimi? İşte belleğim, su üzerinde
yüzen enkazdan bir körfez.

Varlığının varoluşunun resmini tastamam çizebileceği ve şahitliğini apaçık kayda geçirebileceği bir dile sahip olamamanın acısını yaşar ve şu dizeleriyle dilin sınırlarını zorlamaya, şiirin içinden olan bitene şahitlik etmeye devam eder:

 (Orly’de,
Aksak bir fil gibi görünüyor üçüncü dünya
Bir paraşütten inip şu mealdeki sözleri yayıyor:
“Yeni paktlar kuruyor Paris yıldızlarla
Öğreniyor güneşin devrimini”.
Sonra dönüşüyor fil
Bir şekilde elde ettiği kudretle
Kandan bir dereye
Dolaşıyor evlerde ve barlarda.)

Doğu, henüz hürriyetin saçlarını çözememişken, bilim ve teknoloji ile çoktan nikâh masasına oturmuş Avrupa’nın, başdöndürücü hızına dikkat çeker. Ve hayret eder görünmeyen ekmeği yiyen elektronik sıçanlara:

(Her taraftan katar katar kara bulutlar,-
Ha öldü ha ölecek ölmemiş bayramlar,
Atom bir karasinektir zamanın alnında
emekleyerek vızıldayan /
O gizli ekmeği nasıl da yiyor
elektronik sıçanlar!)

Bunca hürriyet ve gelişmişliğe rağmen Batı’da da ters giden bir şeyler vardır. Uğuldayan sokaklar. Derinleşen yalnızlıklar. Gittikçe sığlaşan zihinler ve varoluşunun içinde yalpalayan, kendi kendini hızlı bir yok oluşun kollarına atan insanlık. Doğayı ve doğal olan her şeyi, gözünü kırpmadan elektronik sıçanlara yem eden insanlık! İşte tam bu noktada bilmek, görmek, idrak etmek ve idrak ettiğini dize dize tarihe not düşmek bir asit gibi eritmektedir Adonis’in bilincini ve bu erimenin verdiği derin acıyla haykırmaktadır okuruna “Maddenin Haritalarında İlerleyen Şehvet” kitabında (Kırmızı Yayınları, 2015, Türkçesi: Mehmet Hakkı Suçin). Bu acıyla okurunu sarsmak ve dâhil etmek istemektedir derin duyuşuna.

O bir Şam yaseminidir. Ve yükselmek istemektedir bütün canlılığıyla Eyfel Kulesi’nin yerinde.

duvar

Kaynak: Duvar Dergisi, Sayı: 23, Kasım-Aralık 2015.

Bir Cevap Yazın