2015 yılında Kırmızı Yayınları tarafından yayımlanan “Aşktan ve Savaştan Başka Nedir ki Hatırlanan?” adlı yapıtı, Denizli doğumlu Elçin Sevgi Suçin’in 2012 yılında Kurgan Edebiyat Yayınları’nca “Büyüklere Şiirler Büyüleyen Hayatlar” adıyla yayımlanan yapıtından sonraki ikinci kitabı. “Büyüklere Şiirler Büyüleyen Hayatlar” Lorca, Shakespeare, Hayyam, Victor Hugo, Nazım Hikmet, Dante, Edgar Allen Poe, Goethe, Arthur Rimbaud, Charles Baudelaire, William Blake, Rainer Maria Rilke, William Butler Yeats, Stéphane Mallarmé, Louis Aragon, Charles Bukowski, Cahit Sıtkı Tarancı, Furuğ Ferruhzad, Yunus Emre ve Adonis’e adadığı şiirler ve yazarların özlü yaşam öyküleri toplamı.
Kitap “Kutsal”, “Şiirdekiler”, “Aşka”, “Umuda” ve “İnsana” adlı beş bölümden oluşuyor. Yalnızlık, ölüm, yara ve çocukluk Suçin’in temel izleklerini oluşturuyor. Şiirinin ana omurgasını geçmiş ile hesaplaşma oluşturuyor.
Sözcükleri insanın yalnızlığı, acılı, yaralı ve ölü tarafına vurulan neşterler gibi.
Yalnız ve yaralılar adına konuşuyor Suçin. Eline yanlış adresler tutuşturulanların, kederli ve içinde durmaksızın çoğalan kayıpların, yok oluşların olduğu bir evrenin bizi sarsan ve çarpan yanına dikkat çekiyor. Giderek çoğalan boşluğa dikiyor gözlerini, savrulan ve hayatın dışına düşürülen anlamın izini sürüyor.
Yusuf’un kuyusundan daha derin bir kuyudan sözcükler derliyor. Yeryüzünün bütün yaralı coğrafyasının sözcüsü: Filistin, Hama, Sivas, Kahire, Hocalı…
Kızılay’dan Tahrir’e, Tahrir’den İstanbul’a durmaksızın yaşanan büyük trajedilere dikkat çekiyor:
“…kapı kapıdır, yoktur kapının kapısı
ve gene de kendi içimde çıkabilirim dışarı…”
(İnsanlarım İnsanlarım İnsanlarım Yaralarım, s. 23)
Olanca yalınlığıyla tekil olana, yani kendine döner yüzünü:
“kendimi gördüm gözlerinde
karşısında aynaların
kalmış gibi çırılçıplak…”
(İncirden Bir Yaprak Gibi, s. 24)
Eski bir mağaranın ağzında parlayan kapkara bir mermere yansır yüzü ölümün.
Sözden doğanlardan yana yapar seçimini. Bir ağ gibi içinde büyüyen belirsizlikle hesaplaşır. “şimdi ve burada” sevişmenin dudağı kanatılır. Kulağı hep “uzak duvarların gerisinde çalınan o uzak ezgi”dedir, kadınların gülümsemesinde, esen rüzgârda…
“ölü görmekten gelir.” durur zaman… Dilinde bin söz, bininde de insana lanet okuyan bir taşa dönen… Yüzünde bir ceylanın ayak izleri. “iki düş arasında uzayan bir sınırda” ışıksız büyütülen yetim çocuklarının hüznünü taşır bugüne. Ne zaman aşk dense, ağzında büyük bir nar, içinde derin bir uçurum. Onda gece döner gümüş tenli bir yalnızlığa. Çiğle ıslanır yaprak.
“…yüzünde ateş hareleri / yüreğinde yanan bir bıçak…”
Cam perdeler peş peşe kırılır orada. Tuz buz olur. Kalabalıklardan saklar sesini. Her bilginin mahfuz olduğu zamanlardan gelir. Söz biter ağızda, kuru dil… Kulaklarında erken ölmüş çocuklar korosu… Hayat kelimelerle yükseltilen bir kubbeye döner. Sığınağa döner kelimeler. Sesi çalınmış kadınların sözcüsü olur. Kalbinin kovuklarında eski bir harfe yer ayırabilenlerdendir o. Anlamın yeryüzünden kovulmasından dolayı öfkelidir. Ağzındaki tohumu tepedeki yalnız ceviz ağacının altına gömer. Bütün çabası; pulları kurumasın diyedir balıkların, ayartıcı tanrılarına toprağın uyulmasın diyedir. Hayatın anlamı sorgulanır ve o görkemli veda:
“…buzul mavi odada
uzayan bir soğukluk altımızda derin
son parçamız bir cerrahın bıçağının altında
tanrısal bir yanılgı içinde olmalı…”
(Bugün Ne Kadar Öldük Olric? s. 45)
Tamamlanmamışlık bütün gerilimiyle yol açar hesaplaşmaya:
“ses ile sarsa da yaralarını
yalnızdır ruh
sevişmeyi bilmesi
eksiltmez bedenin gurbetliğini” (Gurbet, s. 47)
O en ezeli ve ebedi olanla hesaplaşmaya kayıtsız kalmaz:
“…çarmıhında zamanın çivilenir avuçlarından…” (İsa, s. 49)
Bir kuşun göğsüne sığma çabası içindedir şiiri. “bir ırmak kenarında doğacağımızdan” emin… Yıkık kerpiç duvarların dibinde kendini bulanlardan ve bir lav gibi içine akanlardan haberdar olanlardan. İçinde sözlerin kahredici ağırlığıyla birlikte yaşama ustası. Yuvaları dağıtılan karıncalardan yana. Sözcüklerin gücünden umudunu yitirmeyenlerden:
“…ve yarat yeniden kelimeyle” (İhtilal, s. 60)
En büyük hesaplaşması kendiyledir. Sadece cemaatin mensubu olmakla yetinmez. Kendi olma çabası eşlik eder yazdıklarına. Her adımda yaşamı sorgular:
“…kendimden ağmayı denedim
beni bir buz gibi saran maviliğe…” (Laciverdi, s. 61)
Erkek egemen toplumda kadına biçilen role duyduğu tepkisi sakınmayanlardan:
“… şimdi nereye gitsem
başımda bir elma
bütün kötülükleri
bende vurdular” (Kadın, s. 62)
Her şair kendince tanımlar şiiri. Elçin Sevgi Suçin de dişil bir tanım yapar kendi şiiri için:
“perçeminden başladım önce
dağ sümbülü gibi kıvrık
sonra mavi bir deniz çizdim
lacivert ay ışığında…” (Şiir, s. 63)
Koruktan şaraba yolculuğu üzümün aşk bölümünün ilk şiiri olur:
“…susuyoruz
zaman
koruk ağzımızda
…
ve dağılması
tatlı şarap gibi
aşkın damağımızda” (Koruk, s. 67)
Hayat onda incelikler derlemeye döner.
“…gölgede yeşeren aşk incedir.
açık. yeşil. ve uzun
fırtınalarda eğilmeyi erken öğrenir
erken öğrenir suyun sesinde gizlediğini
bundandır susması. ve saklaması ışığını arzunun…”
(Aşk Sabıkalı Çocukları Sever, s. 68)
Derinleştirir aynada yarayı. Göğsümüzde büyüyenin azat edilmesidir şiir.
“…ben seni seversem
iki kere kanar mavi bulutta
…
ben seni seversem
iki kere kırılır aynalar suda
bütün nergisler yüzümde açar” (Mavi, s.70-71)
Sözün kırıldığı yerden, yeni bir başlangıca işaret eder. Yanar elleri, iki sönmeyen kandil gibi… Gecenin içinde büyür… Toplumların birbirini sevmesi benzer bir kadının bir adamı sevmesine. Kalan ömrünü bir taşa gömerek yaşamayı seçenlerden. Yan yana büyütülen iki kuyuya benzer ömrümüz… “beni taşa gömün” diyen annesini unutmaz. Gün gelir örtülür bütün aynaların yüzü.
“sev” der “beni sönmeden nar.” Nar sönmeden sev beni. Sev beni nar sönmeden…
Erkenci dalın yeşil narına döner gönlü. Gün gelir olgunlaşır. Değişimi çocukların alnından sezenlerdendir. Zamanın sessizliğini ince ince tezgâhında dokuyanlardandır. Göğe minnet duygusunu esirgemez:
“…ilk kez böylesine duru göreceğiz
bizi kuşatan göğü…
bütün lisanlar içimizde eski bir kitap gibi…” (Ağzımız Gül, s. 102)
Doğan günü kirpiklerinde çiğ taneleri ile karşılayanlardan, yerini yadırgayan nar ağaçları gibi… Yorgun bakışlı ırmağın değişmeyen akışına diker gözlerini, “tutamaz” der “kimse ötekinin yasını”…
Çocukların gözyaşının günahları arıtan bir nitelik taşıdığına inanır. Çocukluk onda güneşe tutmaktır aynayı, güneşe ve yere… Karşıdaki pencerelerin camına, komşunun gözlerine… Bütün çabası geride mavi bir gülüş bırakmaktır. Doğrulup güneşe yüzünü çevirenlerden… Bildiği yolda düşe kalka yürüyenlerden… Sözlerin gölgesini yitirmesinden kaygılıdır.
Sahiden “aşktan ve savaştan başka nedir ki hatırlanan?”
Celal İnal 1964 Adana doğumlu. Ankara Üniversitesi DTCF Macar Dili ve Edebiyatı mezunu. Güzel Sanatlar Eğitimi alanında yüksek lisans yaptı. Değişik yayınevlerinde editörlük yapan İnal, Promete adlı aylık edebiyat dergisinin sorumlu yazı işleri müdürlüğünün yanı sıra Ankara’daki yerel radyolarda kültür, sanat ve politika ile ilgili programlar hazırladı ve sundu. Kitap-lık, Düşler Öyküler, Üçüncü Öyküler, Damar, Çağdaş Türk Dili, abece, Amida, Bahçe, Çağla ve Ekin Sanat adlı edebiyat dergilerinde şiir, şiir kuramı ve öykü üzerine yazılar yazdı. Eserleri: Dili Zaman Şiirleri, Antik Kahveden Sarıya Dönüşürken, Şüpheli ve Sakıncalı, Geniş Zamanlar İçin, Edip Cansever’e Güzelleme, Geniş Zaman Şiirleri, Yeni Zamanlar İçin, Demokrasi Diye Diye, Demokrasi Kuşağı Radyo Yazıları.
Categories: Kitap tanıtım