Söyleşi

Armağan Ekici: Çevirmen ruhunu saklayamaz

tugba-ozel-armagan-ekici-2-770x472

Söyleşen: Tuğba Özel

James Joyce‘un Ulysses‘i, Raymond Queneau‘nun Biçem Alıştırmaları‘nı çevirme cesareti ve başarısı ile deyim yerindeyse “imkansızı başaran çevirmen” olarak isminden söz ettiren Armağan Ekici, yazarlık yolunda sağlam adımlarla ilerliyor. Everest Yayınları tarafından çıkan ”Lacivert Taşından Tabletler” isimli ilk deneme kitabı, her sene gerçekleşen Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü‘ne layık görüldü. NNZ Ailesi olarak kendisini başarısından ötürü kutluyoruz.

Kısaca tanıtmak gerekirse, Sevgili Armağan Ekici; 1971 Ankara doğumlu. Ortadoğu Teknik Üniversitesi İşletme bölümü mezunu. 1992’den bu yana bankacılıkla uğraşmakta. 1998’den beri Hollanda‘da eşi Çimen Ekici ile sakin bir hayat yaşıyor.

Kendisini daha iyi tanıyabilmek ve anlayabilmek için yaptığımız samimi röportajı sizlerle paylaşmaktan keyif duyarım. Ve ödül töreni için geldiği kısa Türkiye seyahatinde bizleri kırmayıp vakit ayırdığı için kendisine sonsuz sevgi ve teşekkürlerimi sunarım.

1992 yılından beri aslında bankacılıkla uğraştığınızı öğrendik. Edebiyata, müziğe, şiire oldukça yoğun ilginizi bir bankacı olarak nasıl tanımlayabilirsiniz? Bankacı olan tarafınız bu alanlardaki yetkinliğiniz de etkili oldu mu? Kısaca size disiplinler arası çalışan bir kişi diyebilir miyiz?

Kitap alacak parayı bankacılıkla kazandığım için çok doğrudan ve somut bir etkisi var tabii. İki alan arasında geçişkenlik yaratmamaya, yazılarda bankacılıktan, bankada yazılardan pek söz etmemeye çalışıyorum. Yine de, bankacılıkta her gün para akışlarının içindesiniz ve dünyanın şu andaki düzeninde en ilginç, en baskın unsur para. Bu “para” meselesi üzerine bir şeyler yazmayı düşünüyorum, belki o zaman şimdiye kadar daha çok edebiyat ve müzik anlatmışken iktisat üzerine de bir iki söz söylerim.

Peki sizin bu alanda aldığınız bir eğitim, aileden bir teşvik, bir örnek oldu mu?

Bizim kuşakta anne babalarımız okumaya, kitaba önem vermişler, elyazıları güzel, günlükler tutmuşlar, yazı yazmayı denemişler. Onların kardeşleri, kuzenleri, dayıları arasında da bunlara meraklı insanlar çıkmış. Ben de kendi evimde, akrabalarımın evlerinde genç yaşta kitaplarla karşılaştım. Kafka’nın Ceza Sömürgesi’ni aslında öyle bir metni okumamak gereken bir yaşta elime geçirip aklımın başından gitmesini hatırlıyorum. Annemin beni tiyatroya götürmekle uğraşması, kitap alması, televizyonda bandonun marş çalmasını büyük ilgiyle dinlediğimi farkedince klasik müzik kaseti vermesi, biz çocukken Ankara Belediyesi’nin atık gazeteleri alıp bize çok güzel edebiyat seçmeleri dağıtması hep bizlere kitapların güzelliğini gösterdiler, bizi teşvik ettiler. Formel edebiyat eğitimi almadım, “alaylı”yım.

2002 yılında “Arazi Marazi” isimli bir çalışmanız var. 7 farklı yazar bu kitapta buluşmuşsunuz. Devamında 3 çeviri geliyor. Yazmaya-çevirmeye nasıl başladınız?

Beni ciddi bir şekilde yazıya, çeviriye teşvik eden, tökezlediğim, yavaşladığım zamanlar hızlanmamı, hedef büyütmemi tavsiye eden kişi Enis Batur. Ben internet  üzerinde  diğer edebiyat meraklılarıyla sohbet etmeyi, arada bir  sitemde ufak çeviri parçaları yayımlamayı  yeterli bulurken,  bir gün postadan  bir mektup çıktı, gönderen: Enis Batur, “marazi ayrıntı düşkünlüğü” teması için uzunluk sınırlaması dışında bir sınırlama olmadan bir yazı yazmamı istiyordu! Böyle başladım.


Yazarlık ve çevirmenlik arasında bir ilişki var mı? Yoksa tamamen zıt alanlar mı? Her ikisini de yapmanın sizin için artıları neler?

İkisinde de bir meramı anlatabildiğinizce iyi anlatmaya çalışıyorsunuz. Çeviri okurken siz asıl yazarı okuduğunuzu sanıyorsunuz ama aslında (çevirmen kendini ne kadar saklamaya çalışırsa çalışsın) sonuçta çevirmenin kelimelerini, çevirmenin seçimlerini okuyorsunuz. Çeviriyle uğraşmak insanın kendi dışına çıkmasına yardımcı oluyor. Bir metni çevirmekle okumak çok farklı, çevirdiğiniz zaman metnin çok daha yakından tanımak, inceden inceye nasıl işlediğini öğrenmek zorunda kalıyorsunuz. Bu yolla öğrenilenler sonra yazı yazarken de faydalı oluyor.

Çevrilmesi oldukça zor olduğu söylenen Biçem Alıştırmaları, Ulysses, Alice Harikalar Diyarı’nda kitaplarını çevirmenizle zoru başaran çevirmen olarak anılıyorsunuz. Planınızda çevirisi zor yeni bir eser var mı?

Alice’in ikinci cildini hâlâ bitirmeye çalışıyorum, onu artık bir an önce bitirmek istiyorum. İrili ufaklı başka projeler de var, bir de Hollandacadan bir kitap çevirmek hedefi koydum kendime, neler olacak göreceğiz.

Ulysses’i çevirmenizden dolayı eserle özdeşleştirilmiş gibisiniz. Başka bir yazara ait eserle özdeşleşmek nasıl bir şey?

Kitap Ulysses gibi bir kitap olduğu sürece hiçbir problem yok.

Çeviri için nasıl tercih yapıyorsunuz, önceliğiniz nedir? Okuyucu beğenisi mi, sizin beğeniniz, heyecanınız mı?

Yayıncıların tercihleri de etkili oluyor tabii (örneğin Alice, Norgunk Yayıncılık’ın projesi oldu), ama ben yalnızca bana “bu metnin güzelliğini bir de anadilimde ifade etmek istiyorum” dedirtecek kadar çok sevdiğim metinleri üstleniyorum.

Yazarlar yapıtlarına kendi ruhlarını katarlar. Peki sizce çeviri bir eserde araya çevirmenin ruhu da girer mi?

Girer. Her satırına, her cümlesine siner. Çevirmen sıkıldıysa, araştırmadıysa, ilk aklına geleni yazdıysa o hemen görünür. Eğer sıkılmayıp araştırdıysa, alternatifleri aradıysa ruhu daha da çok görünür. Çeviride tek bir doğru diye bir şey yok. Bir cümle pek çok farklı şekilde çevrilebilir, çok farklı nüanslar verilebilir, bu çözümlerin hepsi de kendince “doğru” olabilir. Çevirmenin ruhu tam da işte o bu tercihi yaptığı  anda belirleyici olur, olası  pek çok doğru çeviri arasından kendi mizacına uyan, metni nasıl  anladığını ele veren nüansı, ifadeyi seçer.

Çevirmenken başka bir yazarın kahramanlarıyla arkadaş olursunuz, hatta bütünleşirsiniz belki. Ama yazarken sıfırdan kendiniz kahramanlar yaratırsınız. Eser tamamlandığında hangisinden kopmak daha zor olur?

Örneğin Ulysses o kadar zengin, ayrıntılı ve insan psikolojisini tasviri o kadar güçlü ki “yahu artık yeter” deseniz bile yıllarca zihinden çıkmıyor, bir kere yakalayınca bırakmıyor. Tanpınar, Kazancakis, Oğuz Atay gibi yazarlar da öyle, yarattıkları roman karakterleri o kadar zengin çizilmiş ki bir kere içinize sinince artık kolay kolay ayrılmıyorlar.

“Lacivert Taşından Tabletler” kitabınız Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü. Ödüllü bir yazar olmak neler hissettiriyor?

Yaptığım işin, yıllarca eserlerinden yararlandığım, okuduğum, saygı duyduğum yazar, editör ve araştırmacılardan oluşan bir seçici kurul tarafından görülmesi,  ödüllendirilmesi beni çok sevindirdi tabii. Beni daha çok yazmaya, daha iyi yazmaya çalışmayı sürdürmeye teşvik ediyor diyeyim.

Ben de yeni deneme kitabınıza başladım ama daha bitiremedim. Benim gibi henüz okumaya yeni başlamış veya okumamış olan okurlar için biraz kitabın içeriğinden bahseder misiniz? Kitap nasıl bir birikimin sonucuydu?

Kitap, yazı yazmaya başlamamdan bugüne kadar dergilerde ve derlemelerde çıkmış denemelerden bir seçme. Kitaba hakim olan amaç bence okuru merak etmeye, önüne konanla yetinmemeye, daha derin, daha ilginç işleri aramaya kışkırtmak.

İlham aldığınız, anlatımını sevdiğiniz, okumaktan zevk aldığınız yazarlar kimler?

Enis Batur, Behçet Necatigil, Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday, Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Oğuz Atay, Bilge Karasu Türkçenin örnek almaya çalıştığım, yeri geldiğinde ders çalışır gibi çalıştığım ustaları. Çevirdiğim yazarları çok sevdiğim mâlum. Georges Perec üzerine bir ara çok çalışırdım. İrlandalılardan Flann O’Brien’ı ve Laurence Sterne’ü çok severim. Bir de bugünlerde Nikos Kazancakis’e merak sardım.

Bundan sonraki çalışmalarınız ne yönde şekillenecek? Yeni bir kitap hazırlığı var mı?

Kendime orta vadede ikinci bir derleme ve bir de baştan bir kitap olarak planlanıp yazılmış bir kitap hedefi koydum. Umarım hayat ve olanaklar izin verir.

Son olarak, çok aktif olmamakla beraber, yazdığınız bir blogunuz var. Hakkında bilgi alabilir miyiz?

Blogu dergilerden, sitelerden çok farklı görmüyorum. Sürekli güncellemekten çok, her zaman kolayca ulaşılmasını istediğim yazıları bloga koyuyorum. En çok Ulysses ile ilgili yazılar okunuyor, onlardan da “Ulysses’i Neden Okumalıyız” diğer tüm yazıların toplamından fazla okunuyor, demek ki blogun en önemli işlevi Ulysses’i merak edenlere bir fikir vermek! Belki daha ufak tefek yazılarla canlandırmam gerek, bilemiyorum.

Kaynak: NerdeNeZaman, 25 Kasım 2016

Bir Cevap Yazın