Söyleşi

Çevirmen Diyor ki

MEHMET HAKKI SUÇİN

Bu sıralar üzerinde çalıştığınız, yeni bitirdiğiniz, yeni başladığınız metin ve yazarlardan bahseder misiniz? Her çeviri yeni bir deneyimdir, her yeni günün olduğu gibi. Bizimle paylaşmak istediğiniz herhangi bir bilgi var mı?

Bildiğiniz üzere pandemi nedeniyle uzunca bir dönem evlere kapalı kalmamız gerekti. Bu süreçte belki de normal zamanlara kıyasla çeviriye daha çok zaman ayırabildim. Pandemi sürecinin ilk “tam kapanma” günlerinde Mahmud Derviş’ten yaptığım Badem Çiçeği Gibi yahut Daha Ötesi adlı çeviri matbaadan yeni çıkmıştı. Derviş, bu kitabında yer alan şiirlerinde, geleneksel Arap şiir ölçüleri olan tef’ile’leri, oldukça esnek bir ritimle kullanmıştır. Lirik bir ses hâkimdir şiirlere. Bu sesi yaratmak için diyalog, iç monolog, öyküleme, metinlerarasılık gibi birçok teknikten yararlandığını görürüz. Kısaca günlük dile ve düzyazıya yaklaşan, daha sakin bir şiirsel sesle tanıştırır okurunu şair. Bu özellikleriyle Mahmud Derviş şiirinde önemli bir makası temsil eden kitap, ne yazık ki pandemi sürecinin yarattığı o ilk panik havasında hak ettiği ilgiyi göremedi.

Pandeminin neden olduğu karamsarlık, telaş, belirsizlik, sıkışmışlık hisleriyle birlikte yaşamaya alıştıktan sonra modern Arap şiirinden İslam öncesi Arap şiirine yöneldim. Bu çerçevede muallakaları çevirmeye başladım. Muallakaları çevirmem için beni hararetle teşvik eden Yücel Kayıran’ın e-mailleri ve Enis Batur’un muallakaları yayımlama iradesi olmasaydı belki de çeviri arzumu biraz daha erteleyebilirdim. 1993 yılında daha lisans öğrencisiyken İmruul-Kays’ın muallakasını çevirmiştim ama devamını getirmemiştim. Muallakaları, hak ettiği özenle çevirebilmek için Arap edebiyatında bilinen birkaç muallaka şerhinden faydalanarak önce şiirleri çözümlemeye çalıştım. Metinleri iyice anladığıma kanaat getirince de çeviriye başladım. Böylece “Yedi Askı Şiirleri” adıyla da bilinen yedi muallaka, şiirsel bir ritimle beyit düzeninde Türkçeye çevrilmiş oldu. Kitabın ikinci baskısı için geriye kalan üç muallakayı da çevirdim sonradan. İkinci baskısına bu muallakaları da ekleyeceğim. Böylece kaynaklarda “on muallaka” olarak bilinen bütün muallakalar, Türkçeye şiir olarak çevrilmiş olacak.

Bu süreçte çevirdiğim bir diğer eser ise yine ölümsüz bir klasik olan İbn Tufeyl’in Hayy bin Yakzan’ı. İlk başta kurgusal yönüyle metnin edebî niteliği beni cezbetse de içine girdikçe ne kadar çok yönlü okumaya müsait bir metinle karşı karşıya olduğumu fark ettim. 14. yüzyıldan itibaren Avrupa’da dolaşıma başlayan Hayy bin Yakzan metni, 18. yüzyıla gelindiğinde Avrupa’nın her tarafında okunan, incelenen bir metin haline gelmiştir. Buna rağmen bu önemli metin, Osmanlı Türkçesine ancak 1923 yılında, Babanzade Reşid’in çevirisiyle Mihrab dergisinde tefrika halinde yayımlanmıştır. Derginin sayfalarına terk edilen çeviri, N. Ahmet Özalp tarafından ancak 1985 yılında günümüz Türkçesine göre sadeleştirilmiştir. Bizim çevirimizle ise Hayy bin Yakzan ilk kez Türkiye Türkçesine çevrilmiş oldu. Ayrıca yayınevimin kendi inisiyatifiyle kitaba özel resimler çizdirmesi, eserin görsel bakımdan da zenginleşmesini sağladı.

Yayımlanan son çevirim çağdaş Arap edebiyatından Adeniyye Şibli’nin Küçük Bir Ayrıntı adlı romanı. Yazar, kitap kapağında adının Türkçe okunuşuyla değil uluslararası edebiyat dünyasında tanındığı şekliyle yazılmasını istediği için ismi kapağa Adania Shibli olarak yazıldı. Burada romanı anlatacak değilim ama gerçekten gerek anlatım gerek kurgu gerekse dil bakımından oldukça yenilikçi bir metin olduğunu söyleyebilirim. Roman iki bölümden oluşuyor. Birinci bölümde “o” bakış açısıyla 1949 yılında İsrail ordusunun Nakab çölündeki faaliyetleri ve bir Arap kızının kimliğinin, kadınlığının nasıl rencide edildiği, kızın daha sonra nasıl tecavüze uğrayıp katledildiği sinematografik bir teknikle anlatılıyor. İkinci bölümde ise iki binli yıllarda Ramallah’tan Filistinli bir gazeteci kadının, bu olayı soruşturmayı takıntı haline getirmesiyle gelişen olaylar, “ben” bakış açısıyla anlatılıyor. Birinci bölümdeki statik ama kendini okutan yapı ikinci bölümde yerini daha dinamik bir hikâyeye bırakıyor. İki ayrı hikâye gibi görünen olay, ustaca birbiriyle ilişkilendiriliyor. Romanın bazı yerlerini çevirirken kanım dondu. Bazı yerlerinde de gözlerim doldu. Hacimce küçük olmasına rağmen Arap kurgu tarihinde önemli bir yer edinecek olan roman, oldukça gerçekçi ve çarpıcı.

Henüz yayımlanmamış ama yayımlanmaya hazır çevirilerim arasında Gassan Kenefani’nin Güneşteki Adamlar ve Hayfa’ya Dönüş adlı novellaları var. Ayrıca sadece 28 yıl yaşayıp ardından muhteşem şiirler bırakan Riyad Salih el-Huseyn’in şiirleri de yayımlanmaya hazır durumda. Suriye’den iki kitap üzerinde daha çalışmalarım devam ediyor. Bunlardan ilki şair Nuri el-Cerrah’tan bir seçki. Diğeri ise Suriye Öykü Antolojisi. Türk edebiyatından onlarca kitabı Arapçaya çevirmiş olan rahmetli dostum Abdulkadir Abdelli’nin hep böyle bir hayali vardı. Onun hatırasını yaşatmak adına, yarım bıraktığı çalışmayı tamamlamak istiyorum. Nitelikli bir antoloji olması için öykü seçimi ve çevirileri devam ediyor. Tabii burada, yaptığım çevirileri heyecanla bekleyip onların ilk okumalarını ve gönüllü editörlüğünü üstlenen sevgili eşim şair Elçin Sevgi Suçin’in değerli katkılarının da altını çizmem gerekir. Onun kesintisiz desteği ve teşviki olmasaydı bu kadar üretken olamayabilirdim.

Ayrıca bu yıl UNESCO tarafından Yunus Emre, vefatının 700. yıldönümünde anılacak. Bu çerçevede Yunus Emre şiirlerinden bir seçkiyi çevirmem için teklif aldım. Daha önce de Ahmed Yesevi’nin Divan-ı Hikmet’inden seçkileri Arapçaya çevirmiştim. Ama Yunus’u çevirmeyi hep istemişimdir. Yunus’un sade ama derin söyleyişini ve şiirindeki doğal müziği, Arapçada yeniden oluşturmanın eşsiz hazzını yaşamayı çok istiyorum. Bunu ne kadar gerçekleştirebilirim doğrusu ben de merak ediyorum.

Kaynak: PostÖykü, Sayı: Kasım-Aralık 2021, Sayı: 43.

Bir Cevap Yazın