Öykü

Zekeriya Tâmir | Yalnız Bir Kadın

Arapçadan Çeviren: Mehmet Hakkı Suçin

Azize güzel bir kız. Kara kediden korkar. Şeyh Said’in karşısına oturduğunda endişeliydi. Şeyhin yabani bakan siyah gözleri, giderek artan endişeli halinden kurtulmak isteyen Azize’yi kuşatıyordu. Bakır bir kaptan yükselen tütsü kokusu Azize’nin burnunu dolduruyor, yavaş yavaş etini uyuşturuyordu.
“Demek kocanın sana geri dönmesini istiyorsun?” dedi Şeyh Said.
Azize tereddütlü bir ses tonuyla,
“Evet, bana geri dönsün istiyorum.” dedi.
Şeyh gülümsedi. Azize üzgün bir ses tonuyla konuşmasını sürdürdü:
“Ailesi onu yeniden evlendirmek istiyor.”
“Kocan sana dönecek ve bir daha asla kimseyle evlenmeyecek.” dedi Şeyh, buhurdanlığa bir parça tütsü atarken.
Vakur ve sakin sesi Azize’nin içini o denli rahatlattı ki derin bir oh çekti. Şeyhin bu durum karşısındaki sevinci yüzüne vurdu.
“Fakat bu iş çok para ister,” dedi.
Azize’nin yüzü gerildi. Bileğindeki altın bileziğe bakarak,
“Ne kadar isterseniz öderim,”dedi.
Şeyh sırıtarak,
“Küçük bir meblağ karşılığında kocana kavuşacaksın,” dedi. Sonra “Onu seviyor musun?” diye sordu.
“Hayır, sevmiyorum!” diye mırıldandı kızgın bir ses tonuyla.
“Anlaşamıyor musunuz?”
“Ailesiyle kavga ettim.”
“Göğsünde bir daralma hissediyor musun?”
“Bazen göğsümün üzerinde ağır bir taş varmış gibi hissediyorum.”
“Uykunda huzursuz edici rüyalar görüyorsun değil mi?”
“Geceleri hep korku içinde uyanıyorum.”
Şeyh Said kafasını birkaç kez sallayarak,
“Kocanın ailesi sana büyü yapmış olmalı,” dedi.
Azize korkuyla irkilerek,
“Peki, ne yapmalıyım?!” diye fısıldadı.
“Onların büyülerini bozmak on liralık tütsü gerektiriyor.”
Azize bir an sessiz kaldıktan sonra elini göğsüne uzatarak oradan on lira çıkardı ve Şeyh Said’e verdi:
“Bütün sahip olduğum bu.”
Şeyh Said ayağa kalktı, dar ve dolambaçlı sokağa bakan iki pencerenin siyah perdelerini çektikten sonra yumuşak beyaz küllerin üzerinde korların bulunduğu bakır kabın önüne oturdu. Kaba tütsü atarak, “Cin kardeşlerim ışıktan nefret ederler. Onlar karanlığı sever, çünkü evleri yerin altında.”
Odanın dışındaki gün, beyaz tenli kadındı. Güneşin sarı ışıkları sokaklarda parıldıyor, insan gürültüsüne karışıyordu. Ancak Şeyh Said’in odası karanlık ve sessizdi.
“Cin kardeşlerim kibardır. Eğer onların sevgisini kazanırsan şansın yaver gider. Onlar güzel kadınları severler. Çarşafını çıkar.”
Azize kara çarşafını çıkardı. Dar bir elbise içindeki olgun bedeni, Şeyh Said’in gözlerinin önündeydi. Şeyh Said, belli belirsiz alçak bir ses tonuyla sarı yapraklı bir kitaptan okumaya başladı. Bir süre sonra “Gel… Buraya uzan,” dedi.
Azize buhurdanlığın yanına uzandı. Şeyh Said, Azize’nin alnına elini koyarken garip tondaki kelimeleri okumayı sürdürdü. Birden Azize’ye “Gözlerini kapa,” dedi. “Cin kardeşlerim gelecek.”
Azize gözlerini kapadı. “Her şeyi unut,” diyen Şeyhin haşin ve emredici sözü yükseldi.
Şeyh’in eli, Azize’nin yumuşak yüzüne dokunuyordu. Babasını hatırladı Azize. Şeyh’in eli sert, kokusu tuhaftı. Büyük bir el. Çok kırışık olmalı diye düşündü. Şeyhin tuhaf sesi kerpiç duvarlı sessiz odada yavaş yavaş yükseldi.
Şeyh’in eli Azize’nin boynuna gitti. Azize kocasının elini hatırladı. Şeyhin eli kadın eli gibi yumuşak ve taze. Kocası, babasının bakkal dükkânında kasiyer olarak çalışıyordu. Azize’nin boynunu şefkatle okşamaya hiç yeltenmemişti. Yaptığı şey, obur parmaklarla bacaklarının etini sıkmaktan ibaretti. Şeyh, ona iki eliyle birden dokunuyordu. Elleri, Azize’nin göğsünün üzerinde, onun olgun memelerini nazikçe okşuyor, bedeninin diğer taraflarına iniyor, sonra tekrar memelere gidiyordu. Eller bu kez nezaketini kaybediyor, onları sert bir şekilde sıkıyor, Azize’yi inletiyordu. Gözlerini zar zor açan Azize, odanın boşluğuna yayılmış hafif bir duman görüyordu.
Şeyh Said, ellerini Azize’nin bedeninden çekti. Okumaya ve buhurdanlığa tütsü eklemeye devam etti. Bir süre sonra, “Şimdi cin kardeşlerim gelecek… İşte geliyorlar!” dedi.
Azizenin bedenini şiddetli bir ürperme sardı. Gözlerini yumdu. Şeyh Said’in, dünyanın ötesinden geliyormuş gibi yankılanan sesini duydu:
“Cin kardeşlerim, güzel kadınları sever. Sen de güzelsin. Seni seveceklerinden eminim. Geldiklerinde seni çıplak görmelerini istiyorum. Tüm büyüleri senden uzaklaştıracaklar.”
Azize panik içinde “Hayır… Hayır!” diye fısıldadı.
Şeyh, kararlı bir ses tonuyla hemen karşılık verdi:
“Eğer seni sevmezlerse canını yakarlar.”
Azize, bir defasında sokakta gördüğü bir adamı hatırladı. Yaralı bir hayvan gibi ses çıkarmış, yere serilmişti. Ağzında beyaz köpük, kollarını bacaklarını boğulurcasına hareket ettirmeye başlamıştı.
“Hayır… Hayır… Hayır.”
“Şimdi geliyorlar!”
Tütsünün kokusu artarak yoğunlaştı. Azize duyulabilir bir şekilde soluk alıp vermeye başladı. Şeyh Said birden fısıldadı: “Gelin mübarek mahlûklar, buyurun gelin!”
Azize, belli belirsiz gülme sesleri ve anlaşılmayan kelimeler duydu. Cüce şeklinde çok sayıda yaratığın odayı doldurduğunu düşündü. Tüm açma çabalarına rağmen gözlerini açamadı. Yüzünü sıcak sıcak nefesler yalayıp geçti. Bir ağız, alt dudağını kavrayıp obur bir şekilde bastırdı.
Çıplak sırtının altındaki kilim sertti. Tütsü dumanları toplanıp onu kolları arasına alan ve öpmeleriyle uyuşturan bir adama dönüşüyordu. Amansız bir ateş kanında dolaşırken ağız, dudağını bırakıp bedeninin diğer bölgelerine yöneliyordu. Azize, nefes nefese ve hareketsiz. Korkusu dağılıyor. Yavaş yavaş yeni bir haz veren esrik bir halin tadına varıyordu. Ohh!
Gülümsüyor. Gülüyor. Beyaz yıldızlar, masmavi bir gökyüzü, sarı ovalar ve kızıl ateşten bir güneş gördü. Azize uzaktaki bir nehrin şırıltısını duyuyor. Nehir. Uzakta. Ama artık uzakta olmayacak. Neşeyle gülüyor. Hüzün koşarak ondan uzaklaşan bir çocuk. O, şimdi büyük bir çocuk. Komşunun oğlu onu öpüp kucakladı. Hayır… Hayır! Ayıp. Evin kapısında dururken kendisine ekmekleri veren fırıncı çırağı elini uzatıp küçücük memesinin ucunu sıkmıştı. Canı yanmıştı. Kızmıştı. Heyecanlanmıştı. Nerede eli? İşte onun eli yeniden bedenine sahip oluyor. Gerdek gecesinde çığlık atmıştı. Şimdi çığlık atmıyor. Annesini, kanlı bir bezi meraklı akrabalarına gösterirken gördü. Yüzünü büsbütün saran bir sevinçle bağırıyordu: “Benim kızım kızların en şereflisi! Düşmanlar öfkeden kudursun!”
Azize, sarı tarlalara geri dönüyor. Susuz tarlalara. Bulutlar yükseklerde. Güneş, Azize’ye yaklaşan bir ateş. Kıvranıyor Azize ve şiddetli bir ateşin yakıcılığının sarhoşluğuyla olduğu yerde yığılıp kalıyor. Güneş yaklaşıp kana sızan bir ateş. Kaçmaya çalışmıyor Azize. Sarhoşluğu katlanıp katlanıp doruğa ulaşıyor. Tam bu anda yağmur boşaldı. Bütün bedeni titredi.
Şeyh Said, bir süre sonra Azize’nin çıplak bedeninden uzaklaşıp pencerelere yöneldi. Perdeyi açtı. Günışığı bir anda odaya aktı. Azize’nin beyaz teninin güzelliği parlayan ışıkla ortaya çıktı.
Azize hareket etti. Yavaşça ve ihtiyatla gözlerini açtı. Birden gün ışığını fark etti. Panik içinde ayağa kalktı. Şeyh Said “Korkma,” dedi “Cin kardeşlerim gittiler.”
Azize, bitkin bir halde ve utanarak eğilip elbiselerinden ilk parçayı aldı. Hareketsiz ve gözleri kapalı uzun bir süre öyle uzanmış olmayı ne çok isterdi!
Şeyh Said, elinin tersiyle ağzını silerek, “Korkma! Gittiler” dedi yeniden.
Azize’nin gözlerinden gözyaşları süzülürken sokaktaki bir seyyar satıcının sesi yükseldi. Ölmeyecek umutsuz bir adamın ağlamasını andıran bir sesti.
Birkaç dakika sonra, Azize dar, uzun ve dolambaçlı sokakta yalnız başına yürüyordu. Başını kaldırıp hevesle yukarı baktığında tek bir kuş bile görmedi. Gökyüzü mavi ve boştu. Hevesle başını yukarı kaldırdı ancak, uçmakta olan hiçbir kuş bulamadı. Gökyüzü, boş maviydi.


Zekeriya Tâmir

Zekeriya Tâmir

Zekeriya Tâmir 1931 Şam doğumlu. 1944 yılında öğrenimini yarım bırakmak zorunda kaldı. 1958’de öykü yazmaya başladı. Demirci olarak başladığı çalışma hayatında, Suriye Kültür Bakanlığı’nda Telif ve Çeviri Müdürlüğünün yanı sıra birçok gazetede yazı işleri müdürü ve genel müdür olarak çalıştı. Öykü koleksiyonları İngilizce, Fransızca, Rusça, Almanca, İtalyanca, Bulgarca, İspanyolca ve Sırpçaya çevrildi. Bazı öyküleri Türkçeye çevrilmiştir. Birçok çocuk öyküsünün yazarıdır. Arap ve Avrupa üniversitelerinde onun öykücülüğü konusunda birçok lisansüstü tezler hazırlandı. Suriye Devlet Nişanı’yla taltif edilmiştir. 1981 yılından beri Londra’da yaşamaktadır. Öykü kitapları: Beyaz Atın Kişnemesi (1960), Külde İlkbahar (1963), Gök Gürültüsü (1970), Şam Yangınları (1973), Onuncu Günde Kaplanlar (1978), Nuh’un Çağrısı (1994), Güleceğiz (1998), Uff! (1998), Olgunlaşmamış Üzüm (2000), Diz Kırılması (2002), Nehir Neden Sustu? (Çocuk öyküleri, 1973), Gül Kırlangıca Dedi ki (Çocuk öyküleri, 1978).

Kaynak: 14 Şubat Dünyanın Öyküsü, Aralık 2014-Ocak 2015

Bir Cevap Yazın