Yazı

Türkçede Arap Şiiri Katliamı | Gürkan Dağbaşı

 

Mahmud Derviş’in şiirlerinden seçmeler “Yalnızlık Yenilemeden Kendini” ismiyle ve Metin Fındıkçı çevirisiyle 2009’da yayınlanmıştı. İlk gördüğüm yerde büyük bir heyecanla bu kitabı satın alıp okumuş, bir nebze de olsa Mahmud Derviş’i içime çekmiştim, en azından bugüne kadar öyle sanıyordum. Her ne kadar bazı Mahmud Derviş şiirlerini orijinal dili olan Arapçadan okusam da birçoğunu Türkçe çevirileriyle tanımıştım ve orijinal metinle, çeviri metni karşılaştırma gereğini nedense pek hissetmemiştim. Ta ki başka bir çevirmenden okuduğum Derviş’in farklı bir şiiriyle karşılaşana dek. Arap dili ve edebiyatı ve çeviribilim konusunda uluslararası tanınırlığı olan Mehmet Hakkı Suçin imzasıyla çevrilen şiiri okuduğumda zihnim bulanıklaştı. Fındıkçı’dan okuduğum Mahmud Derviş şiiriyle Suçin’den okuduğum aynı şiirdi, ancak başlığından sonuna dek farklıydı, bambaşkaydı.

Bu yazımda Mahmud Derviş’in “Sinûnû et-Tetâr” (Tatarların Kırlangıcı) adlı şiirinden bazı bölümleri Mehmet Hakkı Suçin ve Metin Fındıkçı çevirilerinden yola çıkarak karşılaştırmayı deneyeceğim. Şiirin başlığından başlayalım:

سنونو التتار Sinûnû et-Tetâr

Tatarların Kırlangıcı
Çev. Mehmet Hakkı Suçin

Tırtılın Dişleri
Çev. Metin Fındıkçı

Şiirle ilgili ilk şaşkınlığımı başlığı okuyunca yaşadım. İki çeviri arasında farklılıklar olabilirdi elbette. Sonuçta her gerçek çevirmen bir parça da olsa şairdir, kendi üslubunu çevirisine yansıtır ama Derviş’in şiiri bambaşka iki başlıkla bana “merhaba” diyordu. Acaba “sinûnû” (kırlangıç) ve “et-Tetâr” (Tatarlar) sözcüklerinin farklı yan anlamları mı vardı? Hayır! İlk kelime bildiğimiz “kırlangıç”, ikincisi de bildiğimiz “tatarlar”dı. İyimserliğimi yitirmek istemedim, aklıma ilk gelen Suçin’in orijinal metne sadakat gösterirken, Fındıkçı’nın serbest çeviriyi benimsediğiydi. Orijinal metinde farklı dize sayılarına sahip altı bölümden oluşan şiirin, iki çevirisini karşılaştırdığımda ise bambaşka olduklarını fark etmekte zorlanmadım.

على قَدْرِ خَيْلي تكونُ السماءُ. حَلُمْتُ

بما سوف يحدُثُ بعد الظهيرة. كان التتارُ

يسيرون تحتي وتحت السماء، ولا يحلمون

بشيء وراء الخيام التي نصبوها. ولا يعرفون

مصائرَ ماعِزِنا في مهبِّ الشتاء القريب.

على قدر خَيْلي ويكون المساء وكان التتارُ

يَدُسُّون أَسماءَهُمْ في سقوف القرى كالسنونو،

وكانوا ينامون بين سنابلنا آمنين،

ولا يحلمون بما سوف يحدث بعد الظهيرة، حين

تعودُ السماءُ، رُوَيْداً رُوَيْداً،

إلى أهلها في المساءْ

Atlarım kadardır gökyüzü. Öğleden sonra olacakları

düşledim. Tatarlar altımda yürüyordu ve göğün

altında. Bir şey düşlemiyorlardı diktikleri çadırların

arkasında. Keçilerimizin kaderlerini bilmiyorlardı

yakındaki kışın estiği yerde.

Atlarım kadardır gökyüzü. Adlarını sokuşturuyordu Tatarlar

kırlangıçlar gibi köy damlarına. Başaklarımız arasında

uyuyorlardı selametle. Ve düşlemiyorlardı ne olacağını

öğleden sonra, dönünce gökyüzü yavaş yavaş akşamleyin

kendi halkına

Çev. Mehmet Hakkı Suçin

Hüküm gökyüzündeki bulutta olsaydı. Çiçeklerden

sonra anlatılırdı bu düşüm. Altımda tırtıllar

yürürdü ve gökyüzünün altında, dikilen çadırların

ardında hiçbir şeyi düşlemeden. Keçilerin işkembesini

bilmeden yakında bastıracak bir kışta.

Hüküm gökyüzündeki bulutta olsaydı. Tırtıllar gökleri

ezerlerdi dişleriyle köydeki tavanlarda,

güven içinde ekinimizin içinde uyuyor olacaklardı,

düş kurmazlardı çiçeklerde anlatılanlarla, göğe

döndükleri zaman, aheste aheste,

akşamda akrabalarıyla.

Çev. Metin Fındıkçı

Suçin çevirisine “atlarla” başlarken, Fındıkçı “hükmü” tercih etmişti. Orijinal metinde “öğlen” anlamına gelen kelime Fındıkçı’da “çiçek”, “tatar” sözcüğü “tırtıl”, “kader/son” nasıl olduysa “işkembe” oluvermişti. Suçin’de “Tatarlar kırlangıçlar gibi”yken, Fındıkçı’da “tırtıllar dişleriyle gökyüzünü ezmekte”ydi. Oysaki ortalama bir Arapça bilgisine sahip biri, bu şiirin ilk bölümünde eylemi gerçekleştirenlerin tırtıllar değil de Tatarlar olduğunu rahatça anlayabilirdi.

Ayrıca, Fındıkçı’nın çevirisini bir solukta okuduğumuzda şiir içinde bir bütünlük bulmak neredeyse imkânsız. “Hüküm gökyüzünde bulutken, çiçeklerden sonra anlatılırdı bu düşüm” gibi çok alakasız bir cümleye oradan “tırtılların hiçbir şey düşlemeden yürümelerine” -ki tırtıl acaba ne düşleyebilir diye içimden geçirmedim değil- Arapça metinle hiç alakası olmayan cümleleri çeviride görüyoruz. Özellikle de “keçiler” ve “işkembe” kısmı ise söylenecek söz bırakmıyor.

Suçin’in çevirisine baktığımızda ise şiirin kendi içinde bir tutarlılığa sahip olduğu hemen fark ediliyor. Tatarlar yürüyorlar, bir şey düşlemiyorlar, keçilerin kaderlerini bilmiyorlar ve başaklar arasında uyuyorlardı.

لنا، نحن أَهْلَ الليالي القديمة، عاداتُنا

في الصعودِ إلى قَمَر القافيةْ

نُصَدِّقُ أحلامَنا ونكذِّبُ أيَّامَنا،

فأيَّامُنا لم تكن كُلُها معنا منذ جاء التتارُ،

وها هم يُعِدُّون أَنفسهم للرحيلِ

وينسون أَيَّامَنا خَلْفَهُمْ، وسنهبط عما قليل

إلى عمرنا في الحقول. ونصنع أَعلامنا

من شراشِفَ بيضاءَ. إن كانَ لابُدَّ

من عَلَمٍ، فليكُنْ هكذا عارياً

من رُمُوزٍ تُجَعِّدُهُ… ولنكُنْ هادئين

لئلاّ نُطَيِّر أحلامَنا خلف قافلة الغرباء

Biz ki kadim gecelerin sakinleri

Geleneklerimiz var

kafiyenin ayına tırmanışta

Düşlerimize inanırız, yalanlarız günlerimizi

Zira günlerimiz yanımızda değildi tümüyle

Tatarlar geldi geleli

İşte göçe hazırlanıyorlar

Unutarak arkalarında günlerimizi. İneceğiz

yakında tarlalardaki ömrümüze. Beyaz çarşaflardan

yapacağız bayraklarımızı -bir bayrak

olacaksa illa- böyle çıplak olsun

onu buruşturan sembollerden… Sakin olalım

uçurmamak için düşlerimizi

yabancıların kervanının arkasından

Çev. Mehmet Hakkı Suçin

Bizler, biz kadim gecelerin ehli, âdetlerimiz

sarp kayalarda ayın kafiyesi

günlerimizi yalanlayıp düşümüzü onaylarız,

onca gelen tırtılla bütün anlamlar günlerimizde değil

işte onlar giden benliklerine geri dönüyor

peşlerinde günlerimizi unutup, azıcık ineceğiz

ömrümüz tarla. Bayrağımızı beyaz

çarşaflardan yaparız. Bilimden başlamadı,

böylece çıplak olan

yol olan im’de… İki armağan olsak

gurbetin kapısı ardında illa ki düşlerimizi bekleriz.

Çev. Metin Fındıkçı

Gördüğümüz gibi iki çeviri arasındaki üslup farkları iyice belirginleşiyor. Suçin’in çevirisi dizelerini okurken su gibi akan berrak bir metinle karşılaşırken Fındıkçı’nın “çevirisini” dizelerini tekrar tekrar okuma ihtiyacı duyarız. “… günlerimizi yalanlayıp düşümüzü onaylarız, / onca gelen tırtılla bütün anlamlar günlerimizde değil” ya da “Bayrağımızı beyaz / çarşaflardan yaparız. Bilimden başlamadı,/ böylece çıplak olan / yol olan im’de…” gibi ifadeler adeta anlaşılmaması için çevrilmiş sanki.

لنا حُلُم واحد: أَن نَجِدْ

حُلُماً كان يحملنا

مثلما تحملُ النجمةُ الميتين!

Tek bir düşümüz var: Bizi taşıyacak

bir düş bulmak

nasıl taşıyorsa yıldız ölülerimizi!

Çev. Mehmet Hakkı Suçin

Düşümüz aynı: yenileriz

bizi düşleyen düşümüzü

iki yüz yıldızı taşır gibi!

Çev. Metin Fındıkçı

Şiirin sonunda Derviş, yeniden düşüyle bize sesleniyor. Suçin, bu düşün ne olduğunu çevirisinde net bir şekilde ifade ederken; Fındıkçı yine yanlış okumalarla “ölüler” kelimesini “iki yüz” olarak çevirerek şiiri maalesef son noktasına taşıyamıyor.

Semboller, mit ve imgelerle dolu bu şiirinde Derviş, muhtemelen, Tatarlar imgesiyle aslında geçmişte var olmayan sonradan çıkagelip Filistin topraklarını istila eden işgalcileri -büyük ihtimalle Siyonistleri- kendilerine ait olmayan yerlere yuvalar kurmaya çalışan kırlangıçlarla özdeşleştirerek anlatmaya çalışıyor. Birden bire çıkagelen bu işgalcilerin, hiçbir şey umurlarında değildi; gamsız, tasasız yaşayıp gidiyorlardı. Derviş’in düşü ise zamanın bir an evvel gelip geçmesi, yabancıların bir an evvel kahve kokusuyla dağılmasıydı. Kudüs kaç defa işgale uğramış, nice peygamber Derviş’in vatanındaki bu güzel şehri istemişti. Oysaki orası asıl sahiplerinin olmalıydı ve şairimizin yegâne düşü buydu. Bu düş o kadar değerliydi ki kaybedildiğini düşünmek bile insanı ürkütüyordu çünkü düş biterse her şey bitecekti. Tatarlar yani işgalciler gelene kadar aslında her şey güzeldi ama o günler mazide kalmıştı. Fakat bir gün mecburen geri döneceklerdi işte o gün Filistin halkı tekrar gerçek yaşamına dönecekti. Olur da ölüm olursa varsın olsun, beyaz kefenler bayrak olurdu bu coğrafyanın insanına yeter ki düşleri bu işgalcilerin peşinden gitmesin çünkü ona çok ihtiyaçları var.

Ana hatlarıyla karşılaştırmaya çalıştığım bu şiirin çevirilerine tekrar dönersek; Suçin, gerek içerik gerekse şekil bakımından tam anlamıyla bir Mahmud Derviş şiiri sunuyor bize. Fındıkçı’nın “sözde” çevirisinde ise yapılan çeviriden anlaşıldığı üzere, çevirmenin fasih Arapça dil becerilerinin yetersiz olmasından dolayı bambaşka bir metinle karşı karşıyayız. Böyle olunca şiir Mahmud Derviş şiiri olmaktan çıkıp çevirmenin şiiri olmuş. Hiç kuşku yok ki Fındıkçı’nın çevirdiği şiiri Arapçaya tekrar çevirip Mahmud Derviş’e okutma imkânımız olsaydı kendi şiirini tanıyamayacaktı. Fındıkçı’nın Arap şiirinden otuzu aşkın eseri Arapçaya “sözde” çevirdiğine bakılırsa, tabiri caizse ne büyük bir “çeviri katliamıyla” karşı karşıya olduğumuzu anlamak güç değil.

Bu noktada yayınevlerine büyük sorumluluk düşüyor. Başta şiir çevirisi olmak üzere edebi çevirilerde çevirmen seçiminde çok dikkatli davranmalıdırlar. Gerçek anlamda editörlük mekanizmasını işletmeleri gerekiyor. Öte yandan Arap şiirinin önemli isimlerini Türkçeye kazandıran Mehmet Hakkı Suçin’in çeviri üslubu, genç çevirmenlerin çok şey öğrenecekleri iyi bir model. Aynı zamanda akademisyen de olan Suçin’in Arapça şiir/edebiyat atölyeleri yoluyla deneyimlerini şiir çevirecek olan genç kuşaklara aktarması önemli.

Son olarak, şiirin bir şekilde başka dillere çevrilebileceğini düşünüyorum. Hatta çevrilmelidir ki başka coğrafyaları, kültürleri, milletleri tanıyalım. Yeter ki bunu yaparken özensiz “sözde” çevirilerle şair çeviri metinlerde öldürülmesin.

Cins Dergi, Nisan 2016, Sayı: 7, s. 46-47.


Doç. Dr. Gürkan Dağbaşı

Hacı Bayram Veli Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü öğretim üyesi. 

9 replies »

  1. Yazık oldu Mahmut Derviş’e.. Şiirini de katletmişler..

    • Sadece Mahmud Derviş’le de sınırlı değil maalesef. Bütün bir Arap şiiri katledilmiş! Ama Gürkan Dağbaşı “Kral çıplak!” dedi. Arap şiiri bu katliamdan kurtarılıyor, kurtarılacak.

  2. Yazık oldu Mahmud Derviş’e….Şiirini de katletmişler…

  3. Çeviri ve çevirmenin önemini birkez daha gösteren önemli bi yazı olmuş. Teşekkürler gürkan hocam.

  4. Bu Metin Fındıkçı kimse arapçadan haberi yok. Nasıl oluyor da bu tür şiirleri tercüme etmeye kalkışıyor. Hayret yahu. Adamdaki cesarete bak, rezil olma pahasına..

  5. I’ll right away take hold of your rss as I can not to find your email subscription link or e-newsletter service.

    Do you have any? Kindly permit me understand
    in order that I may just subscribe. Thanks.

    • Hi Jack, I think you can find subscription link in the first page of blog (on right side bar). As for RSS, I don’t have any idea about it. Sorry!

Bir Cevap Yazın