Söyleşi: Erkan Avşar
Hocam, çeviri üzerine değerli çalışmalar yapan ve bu alanda ders veren biri olarak çeviriyi nasıl tanımlarsınız?
Çok yönlü, çok boyutlu faktörler tarafından sınırlanan çeviriyi tek bir cümlede tanımlamak mümkün olsa ‘çeviri, başka bir dilde doğmaktır’ derdim. Yapılan onlarca tanımlamaya -biraz kulağa egzotik gelse de- birini de ben eklemiş olurdum. Bu yüzden çevirinin tanımını aşkın tanımına benzetirim. Yani metot olarak. Şöyle etrafınızdaki birkaç kişiye aşkı tanımlamalarını söyleyin. Kendi tecrübeleri, okumaları, entelektüel düzeylerine göre belki birbirinden farklı, belki birbirine benzer tanımlar bulacaksınız. Çeviri de öyle. Hangi perspektiften bakıyorsanız ona göre tanım şekilleniyor. Örneğin çeviriyi dilbilim perspektifinden görenlerin tanımlamaları, onu bir metin, söylem, sosyal etkileşim, kültürlerarası pragmatizm vs olarak görenlerden farklıdır. Dolayısıyla yaklaşımlar da farklıdır.
Oldukça farklı ve renkli bir bakış açınızın olduğunu söylemeliyim. Bu noktadan hareketle son otuz yılda çeviri araştırmalarında kırılma noktalarının neler olduğunu söyleyebilir misiniz?
Sorunuzu son otuz yılla sınırlamanız çok akıllıca. Çevirinin bir bilim dalı olarak “ayakları üzerinde durduğu” bir dönemden bahsediyoruz. Çeviri araştırmalarının “karşılaştırmalı edebiyat” ve “karşıtsal çözümleme”den bağımsızlığını kazandığı bir dönemden söz ediyoruz. Buna “sistematik çeviribilim dönemi” diyebilirim. Bu dönemin altyapısını ellili-altmışlı yıllarda yapılan çalışmalar oluşturmuştur. Catford, Vinay ve Darbelnet, daha sonra Mounin ve Nida’nın dilbilim odaklı çalışmaları bu süreçte önemli kilometre taşlarıdır. Bunların çalışmaları dilbilim odaklıdır.
Yetmişli yıllara geldiğimizde çeviriye dilbilimsel yaklaşımın Almanya’daki araştırmacılar eliyle devam ettirilip geliştirildiğini görüyoruz. Bu dönemde metindilbilim ve söylem çözümlemesinin etkisiyle metin odaklı çeviri yaklaşımlarının da geliştiğini görüyoruz. Reiss ve Vermeer’in çalışmaları bu anlamda çok önemlidir.
Seksenli yıllarda ise karşılaştırmalı edebiyat teorilerini temel alan betimleyici çeviri araştırmaları ortaya çıkmıştır. İsrailli Gideon Toury’nin çalışmaları önemli bir kilometre taşı niteliğindedir.
Doksanlara geldiğimizde özellikle uygulamalı çeviribilim alanında doktora düzeyinde derslerinden istifade ettiğim değerli hocam Mona Baker, Hatim ve Mason gibi araştırmacıların iz bırakan çalışmalar yaptıklarını söyleyebilirim.
Çeviribilimi bu gelişme süreci perspektifinde değerlendirdiğimizde, bu bilim dalının günümüzde disiplinlerarası çalışmalar yoluyla gelişmeye devam etmektedir.
Türkiye’de Arapça çeviri faaliyetlerini nasıl görüyorsunuz?
Türkiye’de yapılan Arapça çevirilerde birbirinden habersiz gibi gelişen iki trend görüyorum. Birincisinde içerik ön planda tutulmaktadır. ‘Bir mesajın muhtevası hedef dile çevrilsin de nasıl çevrilirse çevrilsin, önemli değil’ bakışı. Özellikle ideolojik ve dini metin çevirilerinde bu yaklaşımın hâkim olduğunu görüyoruz. Bu yaklaşımda kaynak metin hedef dil aracılığıyla yeniden kaynak metne çevrildiği için birçok düzeyde çeviride kayıp kaçınılmaz olmaktadır. Bu eğilimin doğru bir yaklaşım olduğunu söylemem mümkün değil. İkinci trend daha umut vericidir. Genellikle çeviri araştırmalarıyla beslenmese de çevirmenin farkındalığı göze çarpmaktadır. Son yıllarda yapılan bazı anlatısal ve tarihi metinlerin çevirileri, Türkiye’de Arapça çevirinin artık ‘normlaşmaya’ doğru adım attığını göstermektedir.
Bu durumda Türkiye’de Arapça çevirinin hâlâ bazı sorunları olduğunu ve geliştirilmeye ihtiyacı olduğunu söyleyebilir miyiz?
Türkiye’de Arapça çevirinin birçok handikabı bulunmaktadır. Bunların arasında ‘zayıf’ çevirileri sayabiliriz. Roman çeviren bir çevirmenin Türk ve dünya klasiklerinin en azından bir kısmını okumuş olması gerekmez mi? Şiir çeviren birinin sıkı bir şiir okuyucusu olması gerekmez mi?
Arapça çevirilerinin ikinci bir handikabı, tek yönlü bir çeviri hareketinin hâkim olmasıdır. Türkiye’de Arapça çeviri denince ilk akla gelen Arapçadan yapılan çeviridir. Diğer bir ifadeyle Arapça çevirideki ‘ithalat-ihracat dengesi’ maalesef ithalat lehine gelişmiştir ve gelişmeye de devam etmektedir. Türk edebiyatının ve düşünce tarihinin klasikleşmiş isimleri henüz Arapçada yoktur.
Arapça ve Türkçenin birbirinden oldukça farklı diller olması da bu problemlere yol açıyor olabilir mi?
Elbette olabilir. Türkçe ile Arapça gerek ses, gerek biçim, gerekse sözdizimi açısından birbirinden farklılıkları olan iki dil. Söz konusu farklılıklar sadece sözcükler arası ‘semantik boşluk’tan kaynaklanmıyor. Arapçadan dilimize yerleşip anlam kaymasına uğramış birçok sözcük vardır. Bunlara ‘yalancı dostlar’ diyoruz. Anadili girişimi (L1 interference) veya olumsuz aktarım (negative transfer) yoluyla dil öğrencisi bunları kullanma tuzağına düşebiliyor. Hâlbuki öğrencinin Arapça sandığı malum kelime artık ‘Türkçeleşmiştir’, dahası belki de Arapçada kullanılmıyordur veya başka anlamda kullanılıyordur. Böyle bir sorun İngilizce ile Arapça ikilisi arasında yok denecek kadar azdır. Özellikle kültürel yakınlığı olan diller arasında önemli bir sorundur bu.
Bu durumda dil farklılıklarından kaynaklanan problemleri, sıkıntıları telafi etmek çevirmenin deneyimine ve becerisine bağlıdır. Şiir çevirisinde olduğu gibi bazen bunu telafi etmek mümkün olmayabilir de.
Ancak, Arapçadan veya Arapçaya yapılan çeviri uygulamalarında iki dil arasındaki farklılıklardan çok çeviri yetersizlikleri olumsuz bir rol oynamaktadır. Bunun üstesinden gelmek için bir defa iki dil arasında karşıtsal dilbilim çalışmalarına ihtiyaç vardır. Her şeyden önce iki dil arasındaki çeşitli düzeylerde farklılıkların ‘haritası’ elimizde yok. Nitel veya nicel araştırmalarla ortaya çıkarılmış veriler yok denecek kadar az. Bu noktada ‘akademi’ çok önemli bir rol üstlenebilir.
Çeviri alanında yaşanan bu problemler Türkiye’de Arapça öğretimine de yansıyor mu? Yansıyorsa, Türkiye’de Arapça öğretiminde yaşanan sorunlar nelerdir?
Türkiye’de Arapça öğretiminin en büyük sorunu, sorunun farkında olmamak. Sorunu kabullenirseniz çözüme odaklanırsınız. Hızlıca düşündüğümde Arapça öğretiminde öğrenciyi saymazsak iki problem görüyorum: Ders kitabı ve öğretmen. Demek ki her şey problemli (gülüşmeler). Ders kitabına gelince sadece Türkiye’de değil dünyada Arapça öğretiminde bu önemli bir boşluktur. Arap ülkelerinde hazırlanan ders kitaplarında genellikle Arapça öğretmekten ziyade ‘mesaj verme’ kaygısı dikkat çekmektedir. Kitaplar iletişimsel değil. Görsel öğeler iç karartıcı. Metinler hayattan kopuk. Etkinlikler tekdüze, yetersiz. İngilizce “face2face” serisinin bir kitabıyla Arap dünyasında yayınlanan herhangi bir serinin bir kitabının sadece sayfalarını çevirin. Aradaki farkı hemen göreceksiniz.
Öğretmene baktığımızda Arapça öğretmenlerinde bir yabancı dili öğretme motivasyonunun eksik olduğu sık sık görülür. Özellikle ortaöğretim düzeyindeki öğretmen dil öğretirken dramayı başarılı bir şekilde kullanabilmeli. Ders kitabını kendi öğrencilerinin ihtiyaçlarına göre şekillendirmeli. Görsel ve işitsel araçlar kullanmalı. Burada metodoloji dersi verecek değilim. Kısacası öğretmen ‘bir şey yapmalı’.
Metodolojiden bahsederken aklıma Multilingual’dan çıkan kitabınız “Öteki Dilde Var Olmak” geldi. Doğrusu kitabınızı bu alanda çığır açmış bir eser olarak görüyorum. Neden ‘Öteki Dilde Var Olmak’?
Biliyorsunuz doktora tezimden kitaplaştırdığım bir yapıt. Birçok okuyucudan, araştırmacıdan son derece olumlu tepkiler alıyorum. Kitap eşdeğerliğin çeşitli düzeylerini irdeliyor. Kaynak dille hedef dil arasında bir eşdeğerlikten söz edildiğinde bir dizi parametre söz konusu. Kanımca bunlar bir dil diğerine nazaran “öteki” olduğu için meydana geliyor. Şöyle düşündüm: Hedef dilde yani “öteki”nde öyle ya da böyle bir metin yaratıyorsanız bir anlamda “öteki”nde mevcudiyetinizi gerçekleştirmiş oluyorsunuz.
İlginç bir yaklaşım. Son olarak Onlinearabic gönüllülerine vermek istediğiniz bir mesajınız var mı?
Ne diyeyim? Onları seviyorum (gülüşmeler). Çeviribilim alanında yaşanan dinamik gelişmeleri sürekli izlemelerinin çeviriye bakış açılarını geliştireceğini ve Türkiye’de çeviribilimin günün gereklerini karşılar hale gelmesine katkıda bulunacağını belirtmek isterim.
Hocam doyurucu olduğu kadar keyif duyduğumuz bu sohbet için teşekkür ederiz.
Benim için bir zevkti. Bu ülkenin cevap verenlerden ziyade soru soranlara ihtiyacı var. Eleştirel düşünmenin yolu soru sormaktan geçer. Eskilerin çalışkan bir öğrencisi, şimdinin ise verimli bir meslektaşı tarafından sorgulanmak benim için heyecan vericiydi. Onlinearabic camiasına kucak dolusu sevgiler.
Mehmet Hakkı Suçin, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Arap Dili ve Edebiyatı’ndan mezun oldu (1993). Kuveyt Ankara Büyükelçiliğinde çevirmenlik yaptı (1993-1998). Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Arap Dili Eğitimi Anabilim Dalında okutman olarak başladı (1998). Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde el-Fennu’l-Kasasi ‘inde Yahyâ Hakkî adlı tezle yüksek lisansını bitirdi (1998). Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsünde Arapça Çeviride Sözcük ve Kalıplaşmış İfadeler Düzeyinde Eşdeğerlik Sorunları adlı tezle doktorasını tamamladı (2004). University of Manchester, The Centre for Translation and Intercultural Studies (CTIS)’da misafir akademisyen olarak çalıştı (2006). Hâlen Gazi Eğitim Fakültesi, Arapça Öğretmenliği Ana Bilim Dalında öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.
Categories: Söyleşi